Vahdet mi Vahdetçilik Oyunu mu ?
Ham softalık yaparak Şii olurum korkusu ile Ebu Hanefi(r.alh)ın kıymetli hocası, üvey babası, Ehl-i Beytin güzide halkası İmam Ebu Caferi Sadık(r.alh)i yok saymak ne kadar abesse...
Vahdet mi Vahdetçilik Oyunu mu ?
İbrahim Küçük / Tevhidhaber
En başa şu usul bilgisini koyalım, yazı içerisinde lazım olacak. Fıkıh usulünde farz itikadi algı açısından ikiye ayrılır. Birincisi; Farz-ı kat'i, ikincisi; farz-ı zanni'dir. Farz-ı kat'i; Hükmü nalsa sabit olan, tevil, tefsir, ictihad gerektirmeyecek şekilde hükmi beyanı açık olan emirdir. Farz-ı zanni ise; Emrin nas ile sabit olmayıp müctehid ulemanın başka bir ayet, hadis, rivayet ya da gramer v.s yolu ile zann-ı galibine binaen emrin hükme bağlanmasıdır. Misal olarak meşhur örneği verecek olursak; abdest ayetinde başın mesh edilmesi farz-ı kat'idir. Ancak başın kaçta kaçı ya da ne kadarı mesh edilirse mesh farzı yerine gelmiş olur konusunun hükme bağlanışı farz-ı zannidir. Zira ulema bu konuda farklı delillerle farklı neticelere varmıştır. Dörtte bir, kaplama mesh, az bir kısmı kâfidir gibi"
Su götürmez bu kaidenin üzerine "vahdet mi vahdetçilik oyunu mu" konusunu bina edelim inşallah. Vahdetin gerekliliği konularına girmeye gerek bile görmüyoruz. Ayet ve hadisle sabittir ki tefrika mü'minlerin içerisinde bulanamayacağı bir oluşumdur ve mü'minlere vahdet vacibtir. Özellikle öndersizliğin, emirsizliğin, imamsızlığın verdiği sebebiyetle Türkiyeli müslümanlar olarak vahdete ne kadar muhtaç olduğumuz malumdur. Vahdeti isteyenler ve istemeyenler diye günümüz mü'minlerini iki şekilde ele alırsak açıkçası vahdeti istemeyenleri sonraya bırakılmaya layık görüp vahdeti arzu eden aklıselim mü'minlerin durumundan bahsetmek gerektiğine inanıyoruz. Vahdeti arzu eden mü'minleride; vahdetçiler ve vahdetçilik oyunu oynayanlar diye iki başlığa oturtmak gerekecektir. Diğer bir tahkik alanı ise; vahdet konusu alt vahdet ve üst vahdet şeklinde ele alınmalıdır.
Konunun şekillenmesinde ve yazının içeriğinde bu maddeler göz önünde tutulacağı için ön bilgilendirmeyi de verelim istedik.
Şimdi; alt vahdeti de ötelersek ya da üst vahdeti öncellersek zaten alt vahdetinde birçok alanda kendiliğinden çözüme kavuşması işin tabiatında vardır. Bu minvalde vahdeti çok arzu ettiğimiz için arzumuz bazı hakikatleri görmezden gelmemize sebebiyet verir. Vahdetçilik mi oynuyoruz yoksa halkın durumunu, tarihsel mezheb ve kültürel birikimi göz ardı etmeden akidevi ittifakların üzerine ameli ihtilafları, fer'i meseleleri akide sorununa dönüştürmeden dinin vahdet vacibiyeti emrine tâbi olmak ve küffarın ekmeğine yağ sürmemek için çaba mı sarf ediyoruz? Vahdet için bir mü'min diğer mü'minden ne bekler veya vahdet için bir mü'min diğer mü'mine ne şekilde adım atmalıdır. Özellikle bugün Ortadoğu da üst vahdete son derece ihtiyaç varken Şii-Sünni kavgasından nemalanarak mezheb çatışması çıkarıp işgali kolaylaştıran siyonist evangelist işgal devam ederken, bu üst vahdet anlayışı tüm İslam âleminde şükürler olsun ki elzem olarak kabul görüyor. Ancak tabanda vahdetçilik oynayan bir kitle olduğu gözden kaçmıyor. Vahdeti oyundan gerçeğe dönüştürme noktasında da Türkiyeli Müslümanlara fazlaca görev düşmektedir. Vahdetçilik oyunundan vahdet anlayışına terfi edebilmek için taraflar birbirlerinden kişilikli vahdetçi kimliği talep etmelidir. Kişilikli vahdet arzu edicisi; kendi meşru mezheb ve anlayışını sağlam mesnetlere dayandığı sürece sırf vahdetçilik arzusu ile elinin tersiyle itmeden diğer meşru mezheb ve anlayış sahibi mü'mini kardeş olarak görebilmelidir. Diğer mü'minde vahdet için adım atan kardeşinden tüm mesnetli meşru görüşlerini illa bırak öyle gel halini beklememelidir. Hal böyleyken hem vahdetten bahsedip hem de fer'i ihtilafları esas görerek kendisine vahdet adımı atan mü'mini illa şu görüşleri benimsemen gerekir dayatmasında olmak vahdetçilik oyunu oynamaktan öte geçemeyecektir. Maturidi akaidi ile amentüsünü şekillendiren, Hanefi fıkhıyla amellerini icra eden bir mü'min olarak "benden" bu değerlerimi yok saymamı beklemek vahdeti gerçek boyutlarına taşımayacaktır. Hele birde "ben" bu değerlerimi başkasından miras olarak almadımsa Hanefi ve Maturidi fıkhını tahkik ve diğer mezheblerle kıyas ederek bilinçli bir tercihle kendime ölçü edinmişsem, içerisinden saltanat dönemlerinde bulaşmış kirleri ayıklamışsam bu beklenti daha da imkânsıza dönüşecektir. O halde bende karşımdaki de vahdet için adım attığımızda kendi görüşlerimizi resmi ideolojinin yaptığı gibi birbirimize dayatmadan ve birbirimizin değerlerine hakaret edip, lanet okumadan üst vahdeti oluşturmanın yollarını arayıp bulmamız gerekiyor. Yani taraflar kendi farz-ı zannilerini farz-ı kat'i gibi dayatmamalıdırlar. "Ben vahdet istemiyorum gibi" bir seçeneği tercih etme lüksü kimsede yok. Mü'minler vahdetin yollarını arayıp bulmakla mükelleftir.
Kişilikli vahdet anlayışında Maliki, Caferi, Şafi v.s bir mü'minle Hanefi bir mü'min vahdet üzere olacaksa, Maliki ya da Caferi mü'min bilmelidir ki O'nun mezhebine bağlı olduğu kadar bende mezhebime bağlıyım. O ne kadar Caferi ya da Maliki ise bende o kadar Hanefiyim. O müslümanı benim abdestli saymam için illa benim gibi abdest alması gerekmiyor. Ya da benim O'nun abdestini meşru gördüğümü ispat edebilmem için illa kendi mezhebimin abdest alma şeklini terk edip batıl olduğunu ikrar etmem gerekmiyor. Ham softalık yaparak Şii olurum korkusu ile Ebu Hanefi(r.alh)'
ın kıymetli hocası, üvey babası, Ehl-i Beyt'in güzide halkası İmam Ebu Caferi Sadık(r.alh)'i yok saymak ne kadar abesse O(r.alh)'nun fıkhının meşru olduğunu ifade edebilmem için Ebu Hanefi(r.alh)'in fıkhını küçümsemem, yok saymam da o kadar abestir. Tıpkı Hanefi kaynaklarında hükme bağlanmış, neticelenmiş Sıffın savaşında "Hz. Ali(r.a) haklıdır" gerçeğini Şii olurum korkusu ile susarak gizleyen kişilik edinememiş Sunni gibi. Ya da Hz. Ali(r.a)'yi sevdiğini ispat etmek için karşı tarafa Hz. Ali(r.a)'nin bile söylemediği hatta mani olduğu hakaretleri diline dolayan biri gibi"Bütün bunlara binaen vahdetçilik oyununu bırakarak vahdete kişilikli yaklaşırsak daha kestirme daha isabetli yollar bulabiliriz. Tekrar hatırlatıyorum ki bu kişilikli vahdete engel şu an için genelde tabanın ve ortanın sorunudur. İmam Ebu Cafer, İmam Ebu Hanefi, İmam Malik, İmam Şafi, İmam Hanbel, İmam Zeyd'in bir şekilde bu ümmetin mürşidi ve önderi olduğuna ve bu mübarek imamların birbirleri ile gerek genetik gerek ilmi köprülerle birbirlerine bağlı olduğunu unutarak ümmet içerisinde vahdete engel teşkil edenler, vahdetçilik oynayanlar aslında evvelde kendi mezheb imamlarına aykırı davrandıklarını bilmelidirler. İmam Hanefi (r.alh) ile İmam Ebu Caferi Sıdık (r.alh)'in vahdetinin kişilikli vahdet olduğu ya da İmam Malik (r.alh) ile İmam Şafi (r.alh)'nin vahdetlerinin de hoca-talebe ilişkisine rağmen yine kişilikli vahdet olduğunu uzun uzadıya izah etmeye zaten gerek yok.
Sonuç olarak farz-ı zannileri farz-ı kat'i sanarak veya farz-ı zanniyi dile getiren bir mü'mini farz-ı kat'i'den bahsediyormuşçasına algılamaya kalkışmak vahdetçilik oyununu olumsuz yöne doğru götürecektir. Gerçek vahdet iktidarı Hz. Osman (r.a) ile Hz. Ebu Zerr (r.a)'i aynı mescide tutabilmektir. Mühür Mervan'
ın elinde olduğu sürece Hz. Osman (r.a) kuşatma ve susuzluğa Hz. Ebu Zerr (r.a) sürgüne mahkûmdur. Kişilikli vahdetin kutlu öncüsü Resulullah (s.a.v)'in, bireyleri farklı huy, ahlak ve anlayışlarına rağmen bir arada tutabilmesinin sırrı da bu olsa gerek. Allah-u Alem.Son olarak; bir adamın Hz. Ali (r.a)'ye sorduğu güzel bir soru ve hikmetli cevabı aktarıverelim: bir adam Hz. Ali (r.a) Efendimize gelir ve derki; "Ey Ali bidat nedir, Sünnet nedir? Cemaat nedir, tefrika nedir?" İlmin kapısı Hz. Ali (r.a) Efendimiz cevaben: "Soru sormayı öğrenmişsin cevabını da iyi öğren. Bidat; Hz. Muhammed(s.a.v)'in sünnetinde olmayan şeydir. Sünnet ise Hz. Muhammed(s.a.v)'in yoludur. Tefrika; sayıları çokta olsa haksız olan taraftır. Cemaat ise; sayıları azda olsa haklı olan taraftır."
Evet! Âcizane ben iyi biliyorum ki vahdete çağırmak, vahdetçilik oyununu bırakmaya çağırmak çoğunluğu karşıya almaktır. Çünkü tefrikadan nemalanan çok olduğu gibi vahdet olgusundan nemalanan vahdetçilik oyuncuları da çoktur. Sayıları azda olsa ümmetin selameti için yaşasın vahdet, kahrolsun tefrika diyenlere ne mutlu!