Vahiy'de Muhtevaya Suret Giydirme Sorunu

Vahiy'de Muhtevaya Suret Giydirme Sorunu

Kur’an nomatif düzenleme getiren bir kitap mıdır (vahyin amacı bu mudur), yoksa referans mı gösterir?...

KENAN ÇAMURCU/Vahiy'de Muhtevaya Suret Giydirme Sorunu

Kur'an nomatif düzenleme getiren bir kitap mıdır (vahyin amacı bu mudur), yoksa referans mı gösterir? Vahiy eğer kendinden önceki uygulamalara referans gösteriyor ve yepyeni bir şey ikame etmiyorsa referans gösterilen şeylerin maksadını tesbit ettiğimiz takdirde normun muasır biçimini biz de kararlaştırabilir miyiz?

Meseleye muhteva-suret ilişkisi bakımından bakıldığında bu soru aslında meselenin iki boyutuna işaret etmiş oluyor.

Vahiy konu olduğunda muhtevaya suret nasıl giydiriliyor? Bir başka ifadeyle, vahiy nasıl tecelli ve tezahür ediyor?

Klasik kelamın rivayetlere ve ayetlere dayanarak yaptığı tasnifleri de gözardı etmeden sorarsak, acaba vahiy elimizdeki mushafta kayıtlı kelimeler ve cümleler olarak mı geldi Rasulullah'a?

Eğer böyle geldiyse "yedi kıraat"ın izahı nedir? Arapça'da farklı aksanlara/lehçelere göre ayrı ayrı vahiy inmiş olmadığına göre (en azından rivayetlerde böyle bir kayıt yok) değişik okuyuşların caiz görülmesi ile vahyin suret bulması arasında nasıl bir ilişki vardır?

Eğer vahiy kelime ve cümle olarak gelmediyse Rasulullah'ın (sav) vahyi aktarmadaki rolü nedir?

Bir görüş vahyi Rasulullah'la özdeşleştirmeye varmaktadır ("o heva ve hevesinden konuşmaz"). Rasulullah'ın Allah'la ilişkisini tarif eden bu görüş, Rasulullah'ın sadece vahyi aktaran bir elçi olamayacağını öne sürüyor. Aslına bakılırsa bu yaklaşım geleneksel vahiy ve peygamber kavrayışına uygundur. Sünneti teşri kaynağı görmeyen ve onu vahyin içinden çıkartarak yalnızca elçilikle sınırlayan modern görüşün kabul edemeyeceği bir yorumdur bu. Geleneksel görüş Rasulullah'ın da teşri yetkisi bulunduğundan sözederken sünnete vahiy değeri vermekle suçlanmıştı. Sünnetin teşri yetkisi olmadığını, esasen "sünnet" diye bir delil bulunmadığını ve sünnetin de ancak herhangi bir tefsir kadar yorum olabileceğini savunanlara karşı, sünnetin teşri yetkisi bulunduğunu müdafaa etmekle kalmıyor, sünneti vahyin sureti kabul ediyordu.

Öyleyse asıl sorumuz, sünnetin vahyin sureti olup olmadığıdır.

      

Bu durumda "sünnet"i Kur'an dışında aramak, ya da Kur'an'da kayıtlı olan ile orada kayıtlı olmayan sünnet arasında metodolojik ayrım yapmak hatalı bir bakış haline gelecektir.

Acaba Abdullah b. Mesud, Felak ve Nas surelerinin Kur'an'dan olmadığını, Rasulullah'ın onları dua olarak okuduğunu söylerken böyle bir zihinsel hazırlık nedeniyle mi bu görüşünü dile getiriyordu? Ve acaba, onun bu görüşüne itiraz edenler, yine aynı zihinsel hazırlık nedeniyle mi onu vahyi reddetmekle suçlamadılar da sadece yanıldığını söylediler? Hadis ve tarih kitapları İbn Mesud'un bu görüşünü sapkın ve heretik bulmayıp asırlar boyunca bu nedenle mi aktarageldiler?

Bu felsefi mesele, içinden kolay sıyrılınacak bir konu değildir. O nedenle bu türden görüşleri ilk okuduğumuzda hemen o görüş sahiplerinin karşısına herkesin ilk aklına gelen ayetleri çıkarmak ("Kur'an'ı biz indirdik, koruyacak olan da biziz"), sorunu felsefi ve kelami boyutlarıyla kavrayamamaktan kaynaklanmaktadır.

Hele meselenin henüz alfabesinde olanların, ilk iş olarak itirazlar yükseltmek yerine, sükunet içinde tartışmayı izlemelerinde ve alternatif okumalarla bilgilerini ve sistemli bakış kabiliyetlerini güçlendirmeye çalışmalarında yarar var.

Bendenizin işin başındaki kanaati şudur ki, Hıristiyanlıkta vahyin sureti İsa Mesih'tir. İslam'da ise vahyin sureti dildir. Bazı görüşler ise Hz. Peygamber'in vahiydeki rolünü tarif ederken galiba Rasulullah'ı suret yapmaya varacak bir yorumun kapısını açıyorlar.

Acaba tarihte Hz. Peygamber vahyin sureti olarak algılandı mı? Bunu tesbit edebilmek için konuyla ilgili rivayetlere tekrar dönüp bakmakta kuşkusuz yarar var.

Kimi görüşlerin Rasulullah'ı suret kabul etmesindeki saiklerden biri de, dilin yeteneğinin, vahye suret olmaya yetmeyecek seviyede bulunması olabilir. ("Yerdeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, hatta yedi deniz daha olsa, Rabbinin kelimeleri tükenmez" )